GEÇMİŞ ZAMAN HADİSELERİ
SADUN BORO
Derleyen: MEHMET SALİHOĞLU - 07 Ekim 2002 - Yazı ve fotograflar: Hakan Gönenli
* Bu yazı, "Sualtı Dünyası" dergisinin 8. sayısında (Ağustos'96) yayınlanmıştır.

Yaşayan Efsane:
“Yedi Denizler Fatihi" Sadun Boro *

"Kısmet" adlı yelkenlisiyle, bundan 28 yıl önce dünyayı dolaşan Sadun Boro, maceraperest değil bir idealisttir. İkisinin arasındaki farkı anlamak için, onun yaşadıklarını bilmek gerekir!

Sizce cesur musunuz? Günümüzün modern teknolojisinden yoksun, 10.5 metrelik bir yelkenliyle Marmara'yı aşar mısınız?.. Boydan boya Akdeniz'i?.. Peki ya koca Atlantik ya da Pasifik okyanuslarını?..

Bunların tümünü yapan Sadun Boro'ya göre, dünyayı yelkenliyle gezmek için "cesaret"e ihtiyacınız yok! Kolay olduğu için değil... Öncelikle ihtiyacınız olan bir şey var: deniz sevgisi ve hatta deniz tutkusu. Denize tutku düzeyinde bağlanmış birinin artık cesarete ihtiyacı yoktur. Sevgi, bilgi ve deneyim onun boşluğunu doldurur.

Evet, çocukluğumuzun kahramanı, gençlik çağımızın idolü, yaşama, denizin ufuk çizgisinden bakmak isteyenlerin "deniz feneri" sayın Sadun Boro böyle diyor.

Çocukken nasıl da konuşurduk saatlerce, küçücük bir yelkenliyle dünya denizlerini aşan o adamı. İsmini, gizli gizli okuduğumuz çizgi romanların -hayali- kahramanlarıyla özdeşleştirirdik. Ama o gerçekti ve hayal gücümüzün sınırlarını zorluyordu. "Vay be!" derdik o çocuk ağzımızla, "Nasıl aşmış o koca okyanusları?" Biraz daha büyüyüp pul biriktirmeye başlayınca, yelkenlisinin olduğu pulu albümün en baş köşesine koymuştuk.

Aradan çok zaman geçti. Arkamda tam otuz yıl bıraktım. Kalabalık bir bayram günü, arkadaşım Çiğdem’le Bodrum'da bir teknedeyiz. Evet, yanılmadınız, bu tekne "o" tekne. Hani yedi dünya denizini aşan ünlü "Kısmet". İnanması güç ama gerçek, "Kısmet"teyiz! Bu bayram kısmetimiz oldukça açık yani. Teknenin her köşesini, her noktasını inceliyorum. "Demek dünyayı dolaşan tekne bu ha?" Çocukluk hayallerim inanmamı güçleştiriyor...

Peki kitap okumayı sever misiniz? Jules Verne'in 80 Günde Devrialem kitabını hatırlıyor musunuz? Ya Hemingway'in İhtiyar Adam ve Deniz'ini? Peki Pupa Yelken adı sizin için birşey ifade ediyor mu? Ben Sadun Boro'nun Pupa Yelken adlı kitabına biraz geç ulaşabildim. O gündür bugündür de başucu kitabım oldu. Günlük yaşamın stresinden ve yorgunluğundan kurtulmak için, geceleri yatmadan önce rasgele bir sayfasını açıp biraz okuyorum. Satırlar beni hayal alemine sürükleyerek, sıkıntılarımı unutturuyor. Daha da önemlisi denizde yaşama dürtülerime/isteğime gem vuruyor. Sadun Boro'nun bütün ekonomik zorluklara rağmen, ideallerini gerçekleştirebilmesinden kendime pay çıkartıyorum; azmedersen olur! Görüyorum ki azmin elinden hiç bir şey kurtulamaz, yeter ki iste!

Eğer bugüne kadar Pupa Yelken'i okumamışsanız bence çok şey kaybetmişsiniz demektir. Kendi adıma, sadece Trevanian’ın Şibumi adlı kitabını okurken bu kadar keyif aldığımı hatırlıyorum çünkü her iki kitaptan da çok farklı okumalar yapmak mümkün. İnsan psikolojisi, doğayla mücadele (aslında daha çok uyum sağlama), antropoloji, denizcilik bilgisi, coğrafya, mizah vb... Sadun Boro'nun çok sürükleyici bir dili ve etkileyici bir mizah tarzı var. En ürkütücü olayları bile mizahi bir dille anlatabiliyor. Kitabı okurken bazen kahkahalarımı tutamıyorum.
"Sadun kaptan" (sevenleri ona böyle hitap ediyor) oldukça alçak gönüllü. Yaptığı ve pek çoğumuz için olağanüstü sayılacak şeyleri bile anlatırken, sanki çok sıradan bir şeymiş gibi ya da "Ayıptır söylemesi..." tarzında anlatıyor. Ayrıca çok espritüel ve şen kahkahalı biri. Görüşmemiz sırasında zaman zaman kahkaha atıyor ve o anlarda gözleri ışıl ışıl parlıyor. Ama anladığım kadarıyla biraz kırgın ve biraz da bıkkın. İnsanlarımızın denize karşı ilgisizlikleri, ya da aşırı (ve tabii ki olumsuz) ilgileri (!) onu biraz umutsuzluğa itmiş gibi görünüyor. Ama o yine de denizlerimizin korunması için hala bireysel olarak mücadelesini sürdürüyor. Gerektiğinde ilgililere görüşlerini aktarıyor, Yelken Dünyası'nda ve zaman zaman da Yeni Yüzyıl'da denizlerimizin güncel sorunları ile ilgili uyarıcı, çözüme yönelik ve çevre bilincini artırıcı yazılar yazıyor. Ona göre, denizlerimiz gibi, zaten çok gelişmiş olmayan denizciliğimiz de ölüyor. İnsanlarımız denizi severmiş gibi yapıyorlar. Teknelerine cep telefonu muamelesi yapıyorlar. Tekneleri, deniz sevgisinden çok, statü göstergesi için alıyorlar. Hafta sonu uçağa atlayıp güneye gidiyorlar, kaptan ve tayfalaryardımıyla tekneyle denize açılıyor, belki biraz denize giriyor, daha çok kumar oynuyorlar.
Sadun Boro'nun bu mutlu gülümsemesinin hep sürmesini diliyoruz. Ama o, denizlerimizin geldiği durum için bugünlerde pek gülümseyemiyor!
Sohbetimiz sırasında, heyecanla, Sadun kaptana uzun zamandır merak ettiğim soruyu soruyorum: "Sualtıyla aranız nasıl?" Sadun kaptan, çocukken geçirdiği kızılcık hastalığı yüzünden pek dalamamış.Bunu biz dalgıçlar için büyük bir şanssızlık olarak görüyorum. Düşünsenize, Sadun Boro dalıyor olsaydı, dünyanın her köşesinden ne güzel anıları ve fotoğrafları olurdu. Üstelik onun gibi azimli bir insan, bu konuda da mutlaka, ne yapar eder dünyaya, denizcilikte olduğu gibi, bu konuda da sesimizi duyururdu. Ünlü Fransız ve İtalyan dalgıçların yanında bizim de övünebileceğimiz bir dalgıcımız olurdu...

Kısmet'in dünya seyahatinin sponsorluğunu Hürriyet gazetesi yapmış. Masraflarına karşılık aylık 150 $, bir fotoğraf makinesi ve film temin edilmiş. Sadun kaptan yanlarındaki film miktarının çok fazla olmadığını söylüyor. Oysa böyle bir seyahatte çok daha fazla filmleri olmalıydı. Sadun Boro'nun en önemli misyonu da, ardında bir "iz" (denizde rota!) bırakmış ve kendinden sonrakiler için, -hem düşünsel hem de coğrafi olarak- yol göstermiş olması. Daha sonraki yıllarda, Pupa Yelken'den esinlenerek üç Türk bandıralı tekne daha dünya seyahati yaptı. Son olarak Atasoy'lar "Uzaklar" adlı tekneleriyle seyahatlerini sürdürüyorlar. Bugünkilerin, teknik ve ekonomik açıdan çok daha şanslı olduklarını söylemeye bilmem gerek var mı?
Bodrum marinada demirleyen meşhur "Kısmet", benden iki yaş büyük. Ama 32 yaşına ve tüm yaşadıklarına rağmen hala dinç görünüyor.
Yaklaşık 1.000 $ sponsorluk desteği, gelişmiş fotoğraf makinası ve video kameralar seyahati belgelemek için büyük bir şans. Ama Sadun kaptanın gezdiği zamanlardaki denizleri, canlıları, ilkel kabileleri bulmak artık mümkün değil. Bu bağlamda Boro'nun film çekememiş olması herkes için büyük bir kayıp.

Bu arada, başlıktaki "Yedi denizler fatihi" tanımlaması bana değil, gazeteci sayın Necati Zincirkıran'a ait: Boro'ların dünya seyahati sonundaki muhteşem karşılamalarının ertesi günü, kapağının tümünü onlara ayıran Hürriyet gazetesindeki yazısında kullanmış.

Kitabı okuduktan sonra, benim asıl hayran olduğum nokta, Boro'nun daha dünya seyahati öncesinde verdiği bireysel mücadele ve kararlılığıdır. Bunun en iyi şekilde anlaşılması için kendi dilinden, yani kitaptan alıntılar yaparak aktarmayı uygun buldum. Aşağıda, tırnak içindeki ve italik bölümler Pupa Yelken'den aynen alınmıştır. Ayrıca bir noktayı önemle vurgulamak istiyorum: Unutmayınız ki bu paragraflar, ağzınıza çalınmış bir parmak baldır. Asıl keyif, kitabı bir bütün olarak, bir serüven, bir kaynak ve bir ibret belgesi olarak, elinizden bırakamamacasına okumaktır.

Kitaptaki satırları okurken, bazen serüven romanı gibi hissedecek, bazen kendinizi konumlandırmaya çalışacak, bazen de kendinizi bulacaksınız. Ama kesin olan bir şey var ki, bu kitap mutlaka ufkunuzu açacak! Eminim, kitabı okuyanlardan, daha önce olduğu gibi, bundan sonra da yeni "Pupa Yelken"ciler çıkacak ve engin denizlerde yol alacaktır.
"Denizler beni çağırıyor:

1968 yılının 16 Haziran Pazar sabahı... Kayışdağı üzerinden yükselen güneş, etrafı daha yeni yeni aydınlatıyor... Üstü çiçek buketleriyle dolu kamaranın kenarına ilişmiş kahvemi yudumlarken, girdabına kapıldığım rüya aleminden sıyrılmaya çalışıyorum. Hakikaten Caddebostan'da mıyız? Hakikaten Kısmet, yedi denizleri aşıp, yine o eski demir yerinde mi böyle sakin yatıyor?.. Yoksa, o uçsuz bucaksız ummanları aşarken dümen başında kurduğum hayal aleminde mi yaşıyorum?..

Sigaramın savrulan dumanı içinde kopuk kopuk sahneler canlanıyor... Bir teknenin omurgasının kızağa konuşu... Sevdiklerinden ayrılış... O sonsuz Okyanus'lar, tayfunlar, fırtınalar... Asude bir ada... Hindistan cevizi ağaçları altında çalınan gitarla danseden bronz renkli yerli kızları... Derken tamtamlar, yamyamlar, korsanlar, hastalık... Her an tabiatla pençeleşme... Hakikaten bu hayatı biz mi yaşadık?...

Demek ömür boyunca peşinden koştuğum yegane gayem, gönderinde Ayyıldızlı kendi bayrağım dalgalanan kendi kotramla bir dünya seyahati yapmak emelim hakikat oldu..."
(sayfa: 9)

"Bir çok defalar kendi kendime sormuş, düşünmüşümdür. Neden ben de herkes gibi karada yaşayacağıma denize kaçmış, onun meşakkatli ama o nispette de çekici cazibesine kendimi kaptırmışım...

İlk deniz maceramı, daha okula başlamadığım yıllarda, Erenköy'deki evimizden, annemden habersiz denize kaçışım ve dönüşte yediğim dayağı hatırlarım... Galiba onun çekici cazibesi, daha çocukluk benliğimde ilk tohumlarını o zamanlar bıraktı.

İlkokul sıralarında, altı arkadaş üçer lira verip, bir sandal almıştık. O kadar afacanın altında, tabii, yaz sonunu bulmadan sandal da parçalanmıştı." (sayfa: 10)

Anlaşıldığı gibi bu dünya seyahatinin tohumları daha ilkokul sıralarında atılmış! Kendime pay çıkarmaya devam ediyorum. Biz de çocukken, araba lastiklerini birleştirip, üzerine tahta parçaları yerleştirerek yaptığımız ilkel sallarla engin (!) denizlere yol alırdık. Demek ki doğru yoldaymışız. E, artık bizim de dünya seyahati sıramız geldi! Tamam, deniz sevgim, kaptan ehliyetim var ama ufak (!) bir eksiğim var, bir "yelkenli". Eh, o da olacak umarım. Şu an için en büyük hedefim o değil mi! Sadun kaptandan gördüm ki "Azmedersen olur!"

"O sıralarda, emelime erişememe üzüntüsü ile içkiye fazla düşmüş, bir bunalım içersinde idim. Yaş ilerliyor, dünya seyahati fikri külleneceğine, hergün biraz daha alevleniyordu. Hele o monoton, dört duvar arasında geçen iş hayatı... Cemiyetin türlü baskı ve boş ihtirasları..." (sayfa: 12)

1963 yazında Salacak'ta kızağa konan Kısmet, "double ender" (baş kıç bir) tipinde, 10.5 m boyunda, 3.30 m eninde ve su çekimi 1.65 metre. Altında da 3.5 ton maden ağırlık, sabit omurga var.

"17 Temmuz 1964. O gün limadan gelen koca bir vinç, Kısmet'i Salacak'taki sandal mendireği içinden kaldırıp ta Marmara'nın mavi sularına bırakırken, iki kişi sevinç ve heyecandan gözyaşlarını tutamıyordu... O gece pılımızı pırtımızı toplayıp yeni evimize göçtük. Daha ne güverte kalafatlanmış, ne kamara üstü boyanmış; ertesi sabah yağan muzip bir yaz yağmurunda her taraf akarken, Oda'nın şilte ve çamaşırları kamaranın ortasına yığıp ta üstünde şemsiye ile oturuşu, hala gözümün önündedir...

Bir yıl sürdü teknenin donatılması. Sabah karanlığından gece yarılarına kadar, esirler gibi çalışma... Para bitmiş, artık satılacak bir şeyimiz de kalmamıştı. Benim eski kotra, Oda'nın çeyizleri, evdeki eşyalar, ne var ne yok satılmıştı. Hatta 13 yıllık emekli maaşımı bile yakıp, geri almıştım..." (sayfa: 14)

"Kısmet"in orta kamarasından bir görünüm ve ön kamara girişi.

Kitabın tamamını gözönüne aldığımda, Sadun Boro için, yabanıl doğayla mücadele etmek, sanıyorum ekonomik mücadeleden daha kolay olmuş. Sadun kaptan, bugün artık, gerçekten denizi seven insanların -ekonomik olarak- eskiler kadar şanslı olmadığını söylüyor. Eskiden, zar zor da olsa, bir memurun bir yelkenliye sahip olabildiğini, günümüzde ise ancak bir sandal alabileceğini söylüyor. Yine de onun azmini unutmamak gerek. Bence Sadun kaptan, daha dünyayı dolaşmadan önce zaferini kazanmış. Bütün olanaksızlıklara rağmen hiç yılmamış!

"Böylesine uzun bir yolculuğun en zor kısmı da manevi tarafı. Memleketine, sevdiklerine, belki de bir daha görmemek üzere veda etmek... Yıllarca hazırlanmış nice seyahatler, işte bu son anların zorluğundan suya düşmüştür." (sayfa: 17)

Kısmet'in 2 yıl 10 ay süren dünya seyahatinin rotası şu şekilde olmuş:

1) İstanbul
2) Cebelitarık
3) Kanarya Adaları
4) Barbados
5) Karaip Adaları
6) Panama Kanalı
7) Galapagos Adaları
8) Markiz Adaları
9) Tuamotu Adaları
10) Tahiti ve Rüzgaraltı Adaları
11) Tonga Adaları
12) Fiji Adaları
13) Yeni Hebrid Adaları
14) Yeni Gine Adası
15) Torres Boğazı
16) Timor Adası
17) Endonezya
18) Singapur
19) Bengal Koyu
20) Seylan Adası
21) Arap Denizi
22) Kızıldeniz
23) İsrail
... ve sonrasında ver elini İstanbul.


"Bismillah Vira:

22 Ağustos 1965... Çanakkale'de gümrük, pasaport muameleri birkaç saatte tamamlandı. O akşam, sahil boyundaki gazinolardan birinde oturup, vatanda son yemeğimizi yerken, pek konuşmadık. İkimiz de düşüceli, atıldığımız bu maceranın ciddiyeti, ağırlığı altında ezildiğimizi hissediyoruz..." (sayfa: 20)

Siz de bu arada mutlaka Pupa Yelken'i edinmeye çalışın. (İçinde, başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz ilginç fotoğrafların da bulunduğu kitap 313 sayfa)

Webmaster: Mehmet Salihoğlu